NİYET, KURGU, HAKİKAT

 

Memleketin birinde padişah evlenme çağına gelen kızına ileride yerine geçecek bir padişah adayı bulmaya karar vermiş.

Niyetini açtığında “benim aklı başında babacığım,” demiş kızı. Hikâye bu ya, baba akıllı, kızı da babasından akıllıymış. “Babacığım,” demiş, “sen de bilirsin ki benimle evlenecek kişinin iyi biri olmasını isterim. Herkes gibi benimle evlenecek kişiyi seçebilmek için bir yarış düzenlesen… Ne dersin, hikayelerde olduğu gibi. Bu yolla sınasan onları; kim yolun hakkını verirse onunla evlenirim.”

Sultan kız diyeceğini deyip yanından ayrıldıktan sonra padişah vezirini çağırmış, ondan kararını tüm ülkesine duyurmasını istemiş. Davullar çalınmış, padişahın bildirisini duymayan kalmamış, yarış yeri hazırlanmış, belirlenen gün ve saatte delikanlılar yerlerini almış. Ve yarış başlamış, engelleri aşıp kim saraya önce varırsa padişahın kızıyla o evlenecekmiş. Derken yarışçılar birer birer sarayın kapısından içeri girmiş, tabii en önce giren delikanlının yüzünde olması gereken zafer gülümsemesi varmış… Varmış da padişahın bildiği delikanlıların bildiği değilmiş! Nihayetinde tüm yarışçıları saymışlar iki kişi eksik çıkmış. Meğer padişah yaşlı bir dedenin karşılarına çıkmasını murat etmişmiş, yaşlı dedeye de torbasındaki nohutları yarışçıların geçeceği yola dökmesini ve toplamasını tembih etmiş Öyle ki delikanlılardan biri sana yardım etmeden de sakın nohutları toplamayı bitirme diye defalarca tembih etmiş. Derken efendim yarış sonlanmış, önceden planladığı üzere vazife verdiği vezirine kim bu iki kişi diye sormuş. Vezir, “Hünkârım” diye söze başlamış, “biri sarayınıza zamanında gelemediği için kapanan kapıda içeri giremeyen ve beklentiniz gibi o yüzden geri dönen kişi” demiş. “Diğeri peki?” demiş Padişah. “Diğerini bilmiyoruz efendim.” “Tez elden ikisini de getirin!” “Ama Hünkârım” demiş Vezir, “diğer kişi kim bilmiyoruz, onun ne yaptığını da bilmiyoruz.” Padişah yaşadığı tereddütle hafif bir halel getirse de özgüvenine, sonra da telafi kabilinden kaşlarını çatıp baksa da vezirine yine de mahiyetinde bulunanlara karşı bozuntuya vermemiş. Tekrar otoritesine sarılarak “ne yapıp edin o kişiyi bana derhal bulun” demiş. Demiş de bulmak ne mümkün! Yarışta önce gelen sabırsızlıkla, ahali de merakla padişahın sonucu açıklamasını bekliyormuş.  Günler geçmiş meçhul kışı bulunamamış. Padişah da bir türlü kendini ikna edememiş ki sonucu açıklayabilsin. Tebaasının sabırsızlığı arttıkça artınca padişah bakmış ki kararını açıklamasını daha fazla geciktiremeyecek kızını huzuruna çağırmış, kendisini yaşlı adama yardım eden delikanlıyla evlendireceğini söylemiş; söylemiş de kızının yüzünde sevinç değil gecenin hüznünü görünce şaşırmış pek! Bizim padişah kızına düşkünmüş, onu hüzünlü görmeye dayanamazmış. “Ne oldu da kızım ay yüzlü yüzün gecenin karanlığında kaldı” diye sormuş. Kızı mahcup başını öne eğmiş, kaldırıp da bakamamış babasına, bunun üzerine “sende bir şey var” demiş baba Padişah, “söylemeden bir yere gidemezsin.” “Baba” demiş Sultan kız: “Ben bir şey yaptım. Sana sormadan bunun mahcubiyeti içindeyim.” “Nedir?” demiş, padişah; “Ben padişahım ama aynı zamanda senin babanım”

“Babacığım,” diye devam etmiş kız, “merakıma yenik düştüm de senin iznin olmadan dadımı alıp delikanlıların geçeceği yola düştüm. Dadımla, yaşlı adamın olduğu yolun karşısındaki ağacın arkasına saklandık. Derken senin adam gönderip sarayına getirttiğin delikanlı geldi. Yaşlı adamı görünce diğerleri gibi yoluna devam etmeyip ona yardım etmeye, yere saçılmış nohutlarını tek tek toplamaya başladı. Hepsini toplayıp adamın sepetine doldurduktan sonra ancak o zaman yoluna devam etti. Tabii babacığım senin adamların da peşinden. Arkalarından yaşlı adam da bulunduğu yeri terk etti, tersi yöne, saraya doğru. Kaderimiz buymuş deyip tam ağacın arkasından ayrılmak üzereydik ki birden beklenmedik bir şey oldu babacığım, yaşlı adam nasıl olduysa ayağı takılıp yere düşmesin mi?.. Düşer düşmez de nohutları tekrar yere saçıldı. Bu kez biz yardım edecektik lâkin o anda koşarak gelen başka bir delikanlı el verip bu kez o toplamaya başladı nohutları. Kalakaldık öyle!  Bir tarafta sen, bir tarafta yere saçılan nohutlar, bir tarafta çocuk… Kaderin cilvesi dedi dadım. Nefesler tutulmuş olduğumuz yerde kıpırdamadan seyrediyorduk.”

“Ya ağacın arkasında olduğunuz fark edildiyse?” dedi Padişah ani araya girip.

Sultan kız “Olur mu babacığım, çok dikkat ettik. Görünmüş olamayız” diye geçiştirdi bu soruyu ve geçirdiği tereddüttü örtmenin çaresini sözlerine ara vermemekte buldu. 

“Çocuk, üzülme amcacığım, ben şimdi hemen toplarım” dedi de çabucak toplayıverdi, sonra da yaşlı adamın elini öpüp ondan kendisi için dua etmesini istedi. “Artık adamlarından hiç kimse kalmamıştı, dadımla birbirimize bakıştık Dadım tamam anlamında başını salladı ve delikanlının ardı sıra gitti. Görmüş olamazlar bizi baba. İşte anlattığım gibi aynen böyle oldu” dedi ve sustu Padişah kızı, sustu da bakışları babasına artık “Hüküm senin!” demekten ibaret kaldı.

Padişah baba, elini çenesine koyup dudağını da başparmağı ile diğer parmakları arasına dayadı, yerinden kalkıp odada ağır ağır bir süre dolaştı. Kız ise başı önünde eğik öylece babasını bekliyordu.

Derken kızının tam hizasında durup tane tane şöyle dedi ona:

“Sen de biliyorsun ki kızım kararımı vermişken ben, sen değil ama yaşlı adamın kazaen düşmesi beni vazgeçemeyeceğim bir ikilemin içine soktu ve öyle gözüküyor ki ikisinin de ameli aynı.” Diyeceğini iyice tartıp öyle dedi: “Bu durumda ameller niyetlere göre değer kazanacak!”. Kızının ümitle başını kaldırmasını bakışlarıyla keserek “lâkin işin bu noktaya gelmesinde senin de payın yok değil” dedi ve ekledi:

“Madem senin de payın olmuş, bu işin içinden sen çık o zaman!”

Sonra beklemeksizin kapıya yöneldi, çıkmadan döndü de işaret parmağını yukarı kaldırıp “ama adaletime de halel getirme!” diye uyarmayı ihmal etmedi.

Bir gün geçti, üç gün geçti haber çıkmadı Padişah kızından. Ahalinin merakı tavan yapmışken bir türlü gelmeyen kızını çağıran Padişah oldu. İkilem bekler ama halk arkamdayken ben bekleyemem deyip varsa bir çıkış yolun söyle yoksa ilk delikanlıya razı ol deyiverdi kızcağızına.

“Bir yol var” dedi kızı ve bekledi babasının tepkisini. Beklediği tepkiyi görmeyince babasından, cesaretlenerek sürdürdü konuşmasını:

“Yeniden bir yarış düzenlensin. İkilemin çözümünü bırakalım onlara”

“Nasıl yani?”

“Anlayalım hangisininki gerçek iyilik!”

Padişah bakışları kızında kaldı da kızının yüzünden yansıyan adalet duygusu mu ikinci çocuk mu yine de anlayamadı. Her zaman ihtiyacı olduğu sağduyusu galip geldiğinden olacak bakışlarını ayırdı sonunda ondan, zaten bundan dolayı hep dirlik düzen olmuştu ülkesinde, işte o dirlik düzenin hatırına ona bir imkân daha verdi. Bırakıp kızını kendiyle baş başa, “pekâlâ öyle madem, bundan sonra iş bende!” dedi: “Sana da razı olmak düşer!”

İki delikanlıyı da çağırıp huzuruna ikisine de harfi harfine şu sözleri söyledi:

“Size yedi gün süre. Bu yedi gün iyilikte yarışın. Bakalım hanginizin iyiliği bu düğümü çözecek?”

Bu dünyada her şeyin bir sonu olduğu gibi o yedi günün de sonu çabuk geldi. Bir tek Padişahın kızına yedi gün geçmek bilmemişti. İki delikanlıyı da huzuruna getirdiler Padişah’ın. Padişah delikanlılara hanginiz önce başlamak ister diye sordu. İkisi de odayı boydan boya kaplayan perdenin arkasında padişahın kızı olduğundan habersiz birbirlerine bakıştılar bir süre.  Derken efendim söz alan ikincisi değil birincisi oldu; o da diğerini gösterip “Sultanım müsaade ederseniz ben önceliği ona bırakıyorum” demesin mi?

“Öyle olsun dedi Padişah ve dönüp diğerine,

“Sen söyle o halde delikanlı” dedi. “İyilik adına ne yaptın?”

Konuşup konuşmamakta tereddüt geçiren delikanlı sonunda hazırlıksız bakışlarını topu kendisine atan rakibinden Padişah’a çevirdi: “Hiçbir şey!” dedi.

“Hiçbir şey mi? Nasıl yani?

“Maalesef hiçbir şey efendim”

Mahcup fakat kendinden emin bir hali vardı.

“Böyle demekle kızımı ve beni ikilemde bırakmış olmuyor musun?”

“Ne sizi ne kızınızı ikilemde bırakmak isterim”

“Sen ister iste ister isteme” dedi Padişah. “Ben olana bakarım”

“Ben” dedi delikanlı: “Kızınızı ikilemde bırakmak istemem deyip de onu zor durumda bırakıyor olmaktan imtina ederim. Bu yüzden kızınıza talip olmaktan vazgeçtim”.

Diyecek bir şey bulamadı da padişah sabırsız, biraz ümitle biraz da merakla diğerine döndü.

“Ya sen?

Hikâye bu ya öteki de ondan aşağı kalmasın mı iyilikte. “Ben,” dedi “ben de fırsatçı biri değilim. Ben iyiliği karşılık bekleyerek yapanlardan da değilim. Benim de söyleyecek bir sözüm yok. Bu durumda kızınız karar versin”

Bana gelince, hikâyeyi kaleme alan bana gelince, bundan sonrasına ne yazacağıma gelince, doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı. Orasından burasından bolluk vermesine aldırış etmezdim inandırıcı kalmak gibi bir derdim olmasa!

Ne yalan söyleyeyim, benzer temalara tanıklık etsem de yaşadıklarımı hiçbir şey katmadan bire bir anlatıyor değilim. Nihayetinde bir kurgu bu! Devamını getirecek bir şeyler karalamadım da değil. Ne var ki başından beri dikkat ettiğim inandırıcılık, yazmaya devam ettikçe artık beni ikna etmez oldu. Kurgumda seçeneklerden en mantıklısını, gerçeğine hep en uygununu sunacaktım size, bu niyetle başlamıştım işe, ki inandırıcı olsun. Şimdiye kadar her birinin sözlerini kaleme alırken yaptığım akla en uygunu yazmaktı. Karagöz Hacivat orta oyunu gibi düşünebilirsiniz bunu. Perdenin arkasında konuşan farklı sesler, ama aslında tek kişi! Akla mantığa uygun geleni yazacağım yazmasına da bu durumda akıl ne yapsın? Ortada müteşâbih bir durum var. Bir ipucu uyduramazsam birbirine benzeyen iki seçenekten hangisini seçsin aklım? Şimdiye kadar her şeyi kendimce makul bir nedene bağlamışken… 

Diyelim ki Padişah’a “Böyle bir durumda nasıl niyet okuyalım, hangisi samimi, hangisi oyun kuruyor bilelim” dedirttim.

O takdirde devamında padişahın kızına söyleyeceği bir tek şu sözlerden ibaret olmaz mıydı:

“Kalbine danış, öyle cevap ver!”

Yaşadığın kaderindir”

Beni mazur görün, zira aklıma gelen tek şey bu oldu. İşte hikâyede inandırıcılığımı daha da sürdüremeyeceğim, konunun gelip tıkandığı, öteye devam edemediğim en önemli noktası da bu oldu.

Mazeretimden biri kızın kalbiyle söyleyeceği şeyi ben inandırıcı bir ipucu uyduramadan mantıkla nasıl bulacağım? İkincisi “ya şundadır ya bundadır, helvacının kızındadır,” deyip parmağımın durduğu iki cevaptan birini yazacak da değilim. Hani ben konunun akışında bir dayanak noktası buldukça, akla yakın olanı yazdıkça durumu idare ediyordum.  Ama birbirine benzer bu durumda artık hisler söz konusu ve hisler de o kişiye özgü.

Siz de biliyorsunuz ki padişahın da kızın da iki delikanlının da dediklerini yazan benim. Hani yaşanmış bir olayı anlatsaydım ben aktaran olurdum sadece, o zaman kolaydı. Kimse de kızın cevabında ne mantık arardı ne akla uygunluk. Ne de ya şundadır ya bundadır diyerek yazdığımda ise gerçeklikten çıkıp oyuna dönerdi iş.

Oysa hakikat o ki padişah da ben, kızı da ben, iki delikanlının her biri de ben! Ortada ne padişah var ne kızı ne de delikanlılar. Gördüm ki bu durumda kızın yerine cevap versem nedenini bulamadıktan sonra inandırıcı olmayacak ya şundadır ya bundadır seçeneğiyle de iş oyuna dönüp gerçeklikten, dolayısıyla inandırıcılıktan uzaklaşmış olacak; geriye sığınacağım tek bir çare kalıyor, kendisi olan Sultan Kız! Böylesi bir sanat da, O’na hür iradesi ile diyeceğini dedirttirmek de yalnızca Allah’a mahsus!

Büyük laflar etmeyeyim ama -Allah’ın bildiğini sizden ne saklayayım- ben böylesi yanıtları, okuduğum kimi Türk romanlarında, hikâyelerinde gördüm. Ülkemize de Batı’dan gelmiş. Kurgu türü roman ve öyküden bahsediyorum. Bazılarının romanlarını ya da öykülerini kurgularken kahramanımla adeta mücadele ediyorum demesine kadar vardırmadım belki bu yazma işini, yazdıklarımı çoğu yaşadıklarımdan alıntılıyordum belki ama yazarken Allah affetsin bir o bir öteki olmaktan geri kalmıyordum yine de!

…yani öyle olduğumu sanıyormuşum.

Belki bunun sanmadan öteye geçmediğini bildiğim sürece sorun olmadı. Bir de gerçekten öyle sansam:

Allah muhafaza!

Kıssadan hisse:

O aklımın bulamadığı tek seçenekte geldiğim yer:

“Zurnanın zırt dediği yer” oldu.

Bu atasözü ile ilgili sözlükte bulduğum örnek açıklamada: “Arabayı yaptın, şimdi çalıştır bakalım çalışıyor mu” diye yazıyor.

Sizce “Kalbine danış” tan sonrasını yazsaydım inandırıcı olur muydu?

Bana olur gibi hiç gelmedi de!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum bırakın